Gezimizin 2. ve uzun bir gezi gününde Diyarbakır’ın
parlak güneşi ile birlikte yola koyulduk. Yolda giderken rehber hocamızın şu
sesini duydum; “-Arkadaşlar, şu an Diyarbakır’ın Yeni köprü adı verilen yerden
geçiyoruz” dedi. Ben dikkatimin hepsini oraya yoğunlaştırdım ve o kadar güzel
bir manzarayla karşılaştım ki, çölü andıran toprakların arasından öyle berrak
bir su akıyordu ki bir an o gördüğüm şeyin bir seraptan ibaret olduğunu sandım
ancak serap falan değildi. Gerçekten de gördüğüm manzara karşısında hayran
kaldım. Gezeceğimiz, göreceğimiz yerlere doğru yolumuza devam ediyoruz ve
Dağkapı meydanından geçerek, ilk durağımız olan “Hz. Süleyman Camii ve 27 Şehit
Sahabe Türbelerine” vardık. Hz. Süleyman Camii’nin diğer bir adı da “Nasriye
Kale Camii” imiş. 1155-1169 yılları
arasında Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından yaptırılmıştır. Bu Cami de, Diyarbakır’ın
Araplar tarafından alınması sırasında şehit düşen diğer sahabeler yatmakta
imiş. Camii, Selçuklu tarzında yapılmış olup, Osmanlı zamanında onarılmıştır.
Oradan önemli bilgiler elde ettikten sonra İçkale’ye doğru yola çıktık.
İçkale’ye vardığımızda büyük bir alanla karşılaştık ve bu alanı dolaşmaya
başladık. Bu alan içerisinde eski cezaevi, kilise, adliye binaları ve müze yer
almaktaydı. İçkale Diyarbakır’ın kuzeydoğusunda yer almakta ve tepelik bir
alandan oluşmaktaydı. Orada bol bol hatıra fotoğrafları çektirdikten sonra, İçkale
de görevli olan ağabeyimizle sohbet etme fırsatı bulduk ve o ağabeyimize
buradan teşekkür etmek istedim. Bize şu ilginç ve detaylı bilgiler sundu;
“Diyarbakır’ın surlarla çevrili olduğunu ve bu surlara tepeden kuşbakışı
bakıldığı zaman bir kalkan balığını andırdığını” söyledi ve kalkan balığının
olmasının sebebini ise şöyle açıkladı; ”Bu balığın dış saldıra dayanıklı bir
balık türü olduğunu” anlattı. Daha sonra Diyarbakır surlarının Çin seddinden
sonra Dünyada 2.sırada yer aldığını, Diyarbakır’da 31 tane sahabe mezarlığının
var olduğunu ve bu sayının Medine’den sonra 2.sırada yer aldığını, Ortadoğu’nun
en büyük Ermeni Kilisesi’nin Diyarbakır’da olduğunu öğrendik. Bunlarla da
bitmedi.
7 Peygamber ve 31 sahabenin Diyarbakır da
yaşadığını, Hz. İsa’nın çarmıha gerdirildiği hac parçasının bir kısmının
Diyarbakır da olduğunu, Yahudiler için Kudüs’ten sonra 2. Kutsal kentin
Diyarbakır’da olduğunu ve İstanbul da yer alan Topkapı Sarayından sonra, İçkale’nin
2.büyük devlet bloğu olduğunu öğrendik. Oradaki maceramızı güzel bilgilerle
tamamlamış olduk. Oradan Ulu Cami’ye gittik ve Diyarbakır’da ki Ulu Cami’nin
Anadolu’da ki ilk cami olduğunu öğrendik. Gerçekten de gözlerimle gördüğümde
bunun ne kadar doğru olduğunu anladım. Cami de bay ve bayanların mescidi 2 ayrı
binadan oluşuyordu ve şadırvanı büyük bir mimari yapıya sahipti. Diyarbakır Ulu
Camisinin şöyle ilginç bir bilgisi vardı. İstanbul da Ayasofya Kilisesi’nin
camiye çevrildiği gibi, Diyarbakır Ulu Camiside M.S 639 yılında İslam
ordularının Diyarbakır’ı fethetmesiyle birlikte Morotoma Kilisesi, camiye
çevrilerek günümüze kadar gelmiştir. Ulu camiden de önemli bilgiler elde ederek
ayrılıyoruz.
Daha sonra Cumhuriyet devrinin ünlü şairlerinden ve “Yaş Otuz beş”
şiiri ile akıllarımızda kalan sembolist akımının önemli temsilcilerinden olan
Cahit Sıtkı Tarancı’nın doğup büyüdüğü evi ziyaret ettik. Oranın hemen
bitişiğinde yer alan Ahmed Arif Edebiyat Müze Kütüphanesini dolaştıktan sonra,
Diyarbakır’ın merkezi yeri olarak sayılan ve Kâbe’nin ilk ipek örtüsünün işlendiği
Hasanpaşa Hanını ziyaret ettik. Hasanpaşa Hanı turistik tesislerden oluşmuş hoş
bir tarihi mekândı. Öğle yemeğimizi yedikten sonra gezimize kaldığımız yerden
devam ettik. Bu sefer ki gideceğimiz yer biraz uzaktı. Tam 48 km uzaklıkta olan
Diyarbakır’ın Eğil ilçesine doğru yola çıktık. Bizlere gideceğimiz yerde
Peygamberler Kabrinin olduğu söylendi. Yolda Eğil’e doğru giderken kurak
dağların arasında Dicle Nehrini gördük ve herkes fotoğraf çektirmek için adeta
birbirleriyle yarıştı. Gerçekten de güzel pozların yakalanabileceği doğal bir
manzara vardı.
Eğil de Peygamberler kabrindeki Hz. Zulkifl (a.s) ve Hz.
Elyasa’nın (a.s) kabirlerini ziyaret edip dua ettikten sonra, oradaki görevli
bize bilgi vermeye başladı. O görevli amca, olanları o kadar içten ve samimi
bir şekilde anlatıyordu ki gözlerinden neredeyse yaşlar dökülecekti. Yine aynı
yerde, Peygamberler kabrinde Nebi Harun (a.s) ve Nebi Ömer (a.s) hazretlerinin
kabirlerini ziyaret edip, dualarımız ettikten sonra Dicle’ye gitmek için tekrar
yola koyulduk. Dicle’ye vardığımızda o kurak yerde su ile karşılaştığımız zaman
herkesin yüzünde bir mutluluk ifadesi gözlemledim. Çünkü herkes yavaş yavaş
yorulmaya başlamıştı. Suyu gördüğümüzde az da olsa biraz toparlanabildik ve
nehir’e karşı meyve sularımızı yudumlayarak enerji topladık. Gezimizin 2.gününü
bu hızlı tempoyla sonlandırarak kaldığımız yere gittik. Akşam yemeğimizi
yedikten sonra, bütün gelen gruplar bir alanda bir araya gelerek Urfa sıra
gecesi eşliğinde eğlenmeye başladık ve bir güzel eğlenip, coştuktan sonra
herkes ertesi günkü gezi için odalarına dağılarak dinlenmeye başladı.
Devamı üçüncü (son) bölümde...
No comments:
Post a Comment